Bu topraklarda özgürce nefes alabiliyorsak, düşüncelerimizi korkmadan dile getirebiliyorsak, bunu Atatürk’ün aydınlık yoluna borçluyuz.
Atatürk, bir milletin küllerinden yeniden doğabileceğini kanıtladı. Yalnızca savaş meydanlarında değil, eğitimde, sanatta, bilimde ve kadının toplumdaki yerinde de devrim yaptı. O, bir liderden çok daha fazlasıydı; halkına inanan, umudu örgütleyen bir öğretmendi. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” dediğinde, geleceği bize emanet etti. Çünkü biliyordu: Bir ülke, düşünmeyen zihinlerle değil, sorgulayan, üreten insanlarla ayakta kalabilir.
Atatürk’ün kalbimizdeki yeri sadece geçmişle sınırlı değil. O, bugünümüzü de aydınlatan bir fener. Her zorlukta “O olsaydı ne yapardı?” diye sormamız bundandır. Çünkü o, yılmadan çalışan, umutsuzluğu asla kabul etmeyen bir karakterdi. Vatan sevgisini nutuklarla değil, alın teriyle, kararlılığıyla gösterdi. Biz de bu sevgiyi onun gibi yaşatmalıyız: Ülkemizi, insanımızı, doğamızı koruyarak, bilimin ve aklın yolunda ilerleyerek.
Atatürk’ü anlamayanlara, sevmeyenlere ise söyleyecek tek söz var: Bu ülkenin bugün hâlâ ayakta durduğunu, özgürlüğümüzü, kimliğimizi, bağımsızlığımızı borçlu olduğumuz kişiyi görmezden gelenler, tarih karşısında eninde sonunda mahcup olur. Çünkü Atatürk’ü sevmemek, aslında bu ülkenin onuruna sırt çevirmektir. O’nun mücadelesine, emeğine, fedakârlığına sırtını dönenler bilsin ki, biz onun yolundan dönmeyeceğiz.
Atatürk’ün izinden gitmek, geçmişe değil, geleceğe yürümektir. Ve o yolu anlamayanlara hatırlatmak gerekir: Biz, onun kurduğu Cumhuriyet’i korumaya yeminliyiz. Çünkü o yolun sonunda aydınlık var, umut var, Türkiye var.